Her şey değişir ve sadece izleriz zamanı, akışını, yavaş yavaş yok oluşa yaklaşırken gözlem yapmaya ve anlamlandırmaya çalışırız hayatı. Her şey o büyük anlamı bulmak içindir. Hayatın amacı nedir, ne yapmak için buradayız, boş yere doğmuş olamayız değil mi biz zeki varlıklarız. Bir amacımız olmalı. Bir şey için burada olmalıyız. Sadece yok oluş için burada olmamalıyız, bir misyonumuz var bizim bir görevimiz. Hayat amaçsızca yok oluşa sürüklenmek için çok anlamsız olurdu, yok oluşun ötesinde bizim gibi zeki varlıkları bekleyen daha üst bir şey olmalı. Değil mi? Hayır. Hepimiz yok olmak için varız, ve bu dünya üzerinde karıncalar bizim gözümüzde ne ise evrende biz de oyuz. Kendimizi kandırmaya ilk zeki varlık olduğumuz düşüncesiyle başladık, oysa tek başımıza hayatta kalamayacak kadar zayıftık. Topluluk olmanın getirdiği amaçları kendimizi önemli hissetmek için uyarladık ve yok oluşa anlam kazandırmak için kendimizi cennet – cehennem yalanına inandırdık. Zekiyiz evet sadece yok oluşumuza anlam yükleyerek hayatı bir hiç için harcayarak geçişi kolaylaştıracak kadar. Üzgünüm ne zekiyiz ne de yok oluştan sonra bekleyen bir şey var bizi. Kendimize yalan söylemeye devam ettiğimiz sürece, önemli olma çabaları içerisinde hem kendimizi hem de etrafımızdaki varlıkları yok etmeye devam edeceğiz. Bir gün uyanılacak ve belki çok geç olacak, penceremizden yok oluşu koklayacağız, mahvettiğimiz doğayı, canlıları.. Denge bozulduğunda yok oluşu o zaman anlayacağız. İnce çizgiler üzerinde zamanın üzerinden sekerek yol alıyoruz şimdilik, işimize gelene tepki gösterip kalanına göz yumuyoruz. Ve bir gün o yok oluş geldiğinde, hak ettiğimiz için, sessizliklerimiz için, kendimizi kandırdığımızı anlayacağız. Ve yok oluşun ötesinde umut ararken, o büyük karanlıkta, geçmişin ve sessizliklerin pişmanlıklarıyla, zamanda geriye döneceğiz telafi edemediğimiz o ilkel duyguya..